Tarih: 30.10.2025
Yazar: Esra Yurtseven
Editör: Umut Bağdadioğlu
Günümüzde tüm dünyadaki insanların ideolojik olarak ne yöne sıcak baktığı birçok araştırmaya konu olmuştur. Yapılan gözlemler ,özellikle son on yılda, dünyanın farklı bölgelerinde muhafazakâr düşüncelerin yükselişine dikkat çekmektedir. Bu yükselişin en belirgin gözlemlendiği bölgelerden birisi de Avrupa’dır. Uzun bir süredir Batı’da hâkim olan özgürlük temelli liberal anlayış, yerini ekonomik istikrarsızlık ve kültürel güvenlik endişelerinin sebep olduğu belirsizliğin bir sonucu olarak daha tutucu ve korumacı bir anlayış olan muhafazakar düşünceye bırakmaktadır. (Inglehart ve Norris (2016)). Bu istikrarsızlık toplumdaki her bireyi eşit yönde etkilememektedir bununla birlikte bireylerin psikolojik dayanıklılık düzeyleri ise saygı görme, tanınma ve değer görme düzeyi olan statü, kaynak erişimi vb. faktörler etrafında şekillenmektedir. Elbette bu durum yalnızca ekonomik ve güvenlik yönünden açıklanabilir değildir. İnsanların statü algısıyla şekillenen öz değer, aidiyet, kimlik, etik ve ahlak algısı da bu durumu şekillendiren faktörler arasındadır. Birçok unsur, örneğin göç ve terör çoğu zaman ekonomik rekabet ve ulusal kimliğin tehdit altında olduğu hissine neden olmakta ve medya tarafından ekonomik sembol olarak gösterilen “yabancı” algısını pekiştirmektedir. Bu etkenler de siyasal muhafazakarlığın öne çıkmasında önemli birer faktör haline gelmektedir. Bu tehdit duygusu bireyleri psikolojik boyutta etkilemekte, aynı zamanda korunma refleksi geliştirmelerinde ve kültürel kapanmaya yakınlaşması yönünde bir etken oluşturmuştur. Psikolojik araştırmalara göre tehdit duygusu altında olan bireyler kendilerini daha “güvende” hissetmek amacıyla sabit, öngörülebilir ve tanıdık olana daha yakın hissetmekte eğiliminde olduklarını göstermektedir. Bu durum ise belirsizlik şartları altında muhafazakar düşüncelerin yükselmesinin nedenini tutarlı bir biçimde açıklamaktadır. (Jost, Glaser, Kruglanski, & Sulloway, 2003).
Ekonomik istikrarsızlık, ekonominin öngörülemeyen ve dalgalı bir yapıya evrilmesi durumudur. Bu durum gelir eşitsizliği, enflasyon, işsizlik vb. bir çok sorunu beraberinde getirmektedir. Örneğin; Çin, Hindistan gibi bölgelerde ucuz iş gücü üretimi etkeni bulunması, Avrupa’daki iş imkanlarını kısıtlar hale getirmektedir veya çağımızın önde giden teknolojilerinden birisi olan yapay zeka, birçok vasıfsız işleri ortadan kaldırmış olması yine bir dezavantaj olarak karşımıza çıkmıştır. Ortaya çıkan bu sorunların yadsınamaz ölçüdeki psikolojik etkisi bireyler üzerinde gözlemlenmekte olup“yerinden edilmişlik” duygusunun dolayısıyla da aidiyet ve kimlik duygusunun zayıfladığı görülmüştür. Psikolojiketkilerin sebepleri arasındaki büyük bir rolü olduğu görülen belirsizliğin, neden olduğu; statü kaybı, güvensizlik algısı ve kontrol kaybı hislerinin pekişmesiyle birlikte bireyde bir "panik" duygusu oluşturmaktadır. Gidron ve Hall(2017),ekonominin ve kültürel kökenlerin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve bu yüzden "statü kaybı" hissinin muhafazakar düşüncelerin yükselişinde kritik bir rol oynadığını söylemektedir. Yazarlara göre küreselleşme, sanayisizleşme, iş gücü pazarının genişlemesi ve liberalizmin daha kapsayıcı bir hal alması kaybedecek çok şeye sahip olan ve bu sebepten ekonomik dalgalanmalardan en fazla etkilenen kökleşik orta sınıf, düşük gelirli ve düşük eğitimli gruplar ise gelir dalgalanmalarına karşı en savunmasız gruplar olarak öne çıkmaktadır. Bu savunmasızlık sosyal düşüş algısını güçlendirmekte ve bireylerin sahip olduğu saygınlık üzerine olan algıyı toplumsal alanda zedelendiği hissine neden olmaktadır.
Gidron ve Hall (2017) bu durumu "statü rahatsızlığı" olarak tanımlamıştır. Düşük eğitimli gruplar yalnızca ekonomik bağlamda kalmayıp sosyo-kültürel düzlemde de aykırı hissettiklerinde ise politik alandaki "temsiliyet" durumunu gözlemlemektedir. Ancak, bu bireyler temsiliyetin az olduğu politik sahnede kendisini ait hissetmek amacıyla "politik bir kimlik" yaratma eğilimi gösterirken üst sınıf, olası maddi kaybı telafi edebilecek yeterliliğe sahip olduğundan politik konularda daha ılımlı hareket etme eğilimi göstermektedir.Statü ve güvenlik kaybı hissi, kimlik savunmasına sebep olurken ideolojik sertleşme yükselmektedir. Statü rahatsızlığının popülist liderlerin “hikayeleştirici” söylemleri karşısında bir zemin hazırlamaktadır, bu zemin ise popülist sağ partilere; sosyal hareketler, protestolar veya seçim kampanyaları düzenleme yoluyla verimli bir mobilizasyon alanı oluşturmaktadır (Eatwell & Goodwin, 2018). Aynı zamanda, ekonomik etkenlerin kimlik ve aidiyet hissiyatıyla kesişiminin bir getirisi de kutuplaşmadır. Kutuplaşma ise bireylerde biz-onlar ayrımını yapmalarına neden olmakta ve biz grubunu benimserken onlar grubunu şeytanlaştırmaktadır. Bireylerin öfkesine hedef gösterme tutumu bu ayrışmayı artırırken bir yandan da bireylere duygusal anlamda bir güven vermektedir. Bilişsel olarak da kanıtlanmış bir rahatlama duygusu ortaya çıkmakta ve belirsizliği az da olsa ortadan kaldırmaktadır. (Jost et al., 2003) Uzun vadede ise bu kutuplaşma, bireyde zaten bulunan tehdit algısını büyütmektedir çünkü kutuplaşma bir noktada karmaşayı meydana getirmekte ve yeni popülist söylemlerle rahatlama sağlanıp ideolojik bağlanma görülürken bir yandan da süregelen ekonomik istikrarsızlığın beraberinde getirdiği dezavantajlar konusuyla karşılaşılması bir döngüyü görünür kılmaktadır.
Kısaca, ekonomik krizin neden olduğu bu tehdit algısı amigdalayı (beynin hafıza ve tepkiler ile sorumlu bölümü) aktive ederek bilişsel kapanmayı (kesin bilgiye ulaşma ihtiyacı) gerçekleştirmekte ve bireyleri daha güvenli ve köklüolana yöneltmektedir. Nöropsikolojik çalışmalarla kanıtlanmıştır ki muhafazakâr bireyler belirsizlikten daha fazla rahatsız olmaktadırlar (Kanai, Feilden, Firth, & Rees, 2011). Bu yönelim ise insanların muhafazakarlığa veya popülist sağ ideolojisine sıcak bakmasının bir etkeni haline gelmektedir. Günümüz Avrupa'sında bu sıcaklığın etkisini Almanya, Fransa ve İtalya gibi geçmişte veya günümüzde ekonomik dalgalanmaların yaşandığı ülkeler başta gelmek üzere birçok ülkedeki ekonomik kırılma ideolojik kaymaların yaşanmasında etkide bulunmuştur. Aynı zamanda Avrupa Birliği’nin kemer sıkma ve mali disiplin politikaları Güney Avrupa’da “Brüksel elitleri bizi kontrol ediyor” algısı oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bununla birlikte, ulusal egemenlik algısını pekiştirici söylemlerle politika izleyen partilerin yükselmesine alan tanıyarak muhafazakarlığa olan yaklaşıma eğilim artırmaktadır. Ekonomik istikrarsızlık yalnızca kısa zamanlı bir stres olarak gelip geçmez, uzun vadede değerler sisteminin yeniden şekillenmesinde kritik bir rol oynar. Toplumun algıları yenilik fikrinden, düzen fikrine uyum sağlarken bireysellik düşüncesi ise kolektivizme uyum sağlayan bir düşünce biçimi haline gelmektedir. Bu algılar zamanla jenerasyonlar arası aktarımla şekillenmekte ve genç kuşaklar güvenlik odaklı, temkinli ve riskten kaçınan bireyler haline gelmektedir. Sürekli olan ekonomik tehditler bu döngüyü devam ettirmekte olup toplumun genel ideolojisinin ise sağa olan yönelimini de gözle görülür biçimde artırmaktadır.
Referanslar
• Eatwell, R., & Goodwin, M. (2018). National Populism: The Revolt Against Liberal Democracy. Penguin.
• Gidron, N., & Hall, P. A. (2017). The Politics of Social Status: Economic and Cultural Roots of the Populist Right. The British Journal of Sociology, 68(S1), 57–84.
• Inglehart, R., & Norris, P. (2016). Trump, Brexit, and the Rise of Populism: Economic Have-Nots and Cultural Backlash. Harvard Kennedy School Working Paper No. RWP16-026.
• Jost, J. T., Glaser, J., Kruglanski, A. W., & Sulloway, F. J. (2003). Political conservatism as motivated social cognition. Psychological Bulletin, 129(3), 339–375.
• Kanai, R., Feilden, T., Firth, C., & Rees, G. (2011). Political orientations are correlated with brain structure in young adults. Current Biology, 21(8), 677–680.